Rindêxan, Fate Reş, Besê, Zarife Xanım, Leyla Qasim’dan Munzur’a, Fırat’a, Dicle’ye akan bir hikaye… Ayşe Efendi… 

“Ezim Rinda Rindêxan

Keça mîr û axayê çiyan

Ey Tirkê Tacik

Karê we çiye li van ciyan

Rinda rindê namdar

Ez dimirim, birîndar û bê zar

Teslîm nabim destê neyar û najîm bê ar…”

Rindêxan, Fate Reş, Besê, Zarife Xanım, Leyla Qasim… Bu güçlü ve kudretli Kürt kadınları, yakın Kürt tarihinin soylu isimleri. Daha da geçmişe gidilirse Mezopotamya’nın uygarlık doğuran anacıl toplumuna ulaşırız. Bereket tanrıçası İştarlara, Şahmaranlara rastlarız… Bu soylu gelenek, kuşkusuz kendini güncelde de üretiyor. Öyle ki Kürt toplumsal uyanışına damga vurmakla kalmıyor, dünyanın diline “Jin Jiyan Azadî”yi armağan ediyor. İşte bu soylu kadın geleneğinin bir temsilcisi de Ayşe Efendi. Diğer adıyla Kobanê’nin Yadêsi (Annesi). O Zerifelerin, Besêlerin soyundan. Hikayesi de öyle. Çokça kamuoyu önünde olduğu için herkes tanıdığını sanır, oysa o anlık görüntü yanıltır. Derinde akan hikayeyi kaçırmamızı sağlar. Ben de işte o derinden akan, Munzur’dan, Dicle’den, Fırat’tan, Malabadi Köprüsü’nden Ayşe Efendi’ye akan bu hikayenin peşine düştüm. Biz sorduk, Kobanê’nin Yadêsi anlattı…   

‘Gizlice’ politikleşiyor

Mîran Aşireti’nin bir mensubu olarak Kobanê’ye bağlı Helince Köyü’nde doğan Ayşe Efendi’nin çocukluğu Halep’te geçer. Babası Suudi Arabistan’da çalışıyordur, annesi ise tarlada. Altı kız, yedi erkek olmak üzere on üç kardeşlerdir. Annesi tarlada çalıştığı için evin işlerinin sorumluluğu da Ayşe Efendi’ye kalmıştır. Sekizinci sınıfa kadar Halep’te okuyan Ayşe Efendi, daha çocuk yaşta nasıl politikleştiğini şu sözlerle anlatıyor: “Bazı komşularımız Efrîn’den geldikleri için siyasi bilinçleri vardı ve yurtseverlerdi. 6-7-8. sınıfta, bu komşularımızla birlikte gizli toplantılar düzenlerdik. Sekizinci sınıfa kadar politik bilincim gelişmeye başlamıştı. Abilerim de az çok siyasetle ilgileniyor, gizli çalışmalar yürütüyordu. Bütün kardeşlerim, benim siyasi düşüncelere ilgi duyduğumu biliyordu. Ancak annem ve babamdan bu faaliyetlerimizi gizliyorduk. Onların en büyük korkusu, çocuklarının bir gün siyasi çalışmalara katılmasıydı.”

İlk politik çıkışlar

Ayşe Efendi’nin anlattığı bir ilkokul hikayesi ve Newroz ateşi de eminim her Kürt’e tanıdık gelecektir. Devletler farklı olsa da yaklaşım aynıdır. Ayşe Efendi’den dinliyoruz: “O yıllarda okulda Kürtçe konuşmak yasaktı. Efrînli bir kız arkadaşımla Kürtçe konuştuğumuz için öğretmen tarafından uyarıldık. Öğretmen, Kürtlerin ve Çingenelerin renkli giyindiğini söyleyerek hakaret etti. Biz de kendimizi savunduk. İlk defa politik bir çıkış yaptım. Bunun üzerine öğretmen beni dövdü ve 15 gün uzaklaştırma cezası verdi. Aileme anlatamadığım için her gün okula gidiyormuş gibi yapıp Efrînli bir komşumuzun evine gidiyordum. Ancak okula geri döndüğümde benden hastalık raporu istediler. Bunun üzerine tüm olayı abilerime anlattım. Beni başka bir okula yazdırdılar ve üç ay boyunca orada eğitimime devam ettim. O dönem toplantılarımıza 10-15 kişi katılıyordu. İlk politik eylemimiz Newroz’da ateş yakmaktı. Bir evin bahçesinde ateşi yakıp hemen içeri kaçıyorduk.”

Kısa mesafe koşucusu

Ayşe Efendi, yetenekli bir atletizm sporcusudur. Kısa mesafe koşularında birincilik ödülü de vardır ancak ailesi ilk anda onun bu sporu yapmasını istemez. Kendisinden dinliyoruz: “Ailem, kısa mesafe koşularına katılmamı istemiyordu. Ancak abimin eşofmanını gizlice alarak yarışlara katıldım. Halep’te düzenlenen bir koşu yarışmasında birinci oldum. Madalyamı ve çıkan haberi babama gösterdiğimde, sonunda atletizm yapmama izin verdi. Sekizinci sınıftan sonra yaşanan olaylar nedeniyle bir yıl okula ara verdim.”

Başka tür bir evlilik

18’inde Salih Müslim ile nişanlanan Ayşe Efendi, tanışma süreçlerini şöyle anlatıyor: “Suudi Arabistan’da çalışan babam, Salih Müslim’in kardeşiyle yakın arkadaştı. Bu vesileyle babam, Salih Müslim ile tanıştı. Bir gün, Salih Müslim’in kardeşi ailesiyle birlikte bizim eve geldi. O gün, benden söz aldılar ve bir fotoğrafımı alıp Salih Müslim’e götürdüler. 1979 yılında Salih Müslim ile nişanlandık. Nişan sürecinde mektuplaşıyorduk. İlk mektubunda, bilinçli ve okumuş bir kızla evlenmek istediğini belirtti. Ayrıca, benim başka birini sevip sevmediğimi veya hayatımda birinin olup olmadığını sordu. ‘Eğer başkasını seviyor ya da başka biriyle evlenmek istiyorsan, hemen geri çekileceğim. Sevdiğin kişiyle evlenmen için elimden gelen her türlü yardımı yaparım’ diye yazmıştı. Mektuplaşmamız ve birbirimize fotoğraflar göndermemiz bir yıl sürdü. Bir yılın sonunda, Salih Müslim Suriye’ye geldi ve benimle baş başa konuşmak istediğini belirtti. Kendini yeniden anlattı; insanları sevdiğini, halka yardım etmeye istekli olduğunu, misafirperver biri olduğunu söyledi. Ayrıca, evine sık sık misafir geleceğini ve bu şartlarını kabul edip edemeyeceğimi sordu. Yine, eğer gönlümde biri varsa ya da onu istemiyorsam, sevdiğim insanla evlenmem için bana her türlü yardımı yapacağını söyledi. Ben de kendisine kimseyi istemediğimi ve sadece onu istediğimi net bir şekilde ifade ettim. Birkaç gün içinde Şêran köyünde düğünümüz yapıldı. Düğünden sonra Salih Müslim Suudi Arabistan’a döndü. İki ay sonra vizem çıktı ben de O’nun yanına gittim.”

Memlekete dönüş

Orada da mücadelesini sürdüren Ayşe Efendi’nin burada anlattıkları da tanıdık gelecektir: “1980’de Suudi Arabistan’da bir arkadaşla tanıştık ve mücadeleye bağlılığımız bu vesileyle gelişti. 1980’lerde Koma Berxwedan’ın kasetleri gelirdi. Bunları çoğaltıp halka dağıtıyorduk. Parti bültenleri satıyor, bildiriler dağıtıyor, toplantılar düzenliyor ve kitap-yayın dağıtımı yapıyorduk” diyor. Ayşe Efendi’nin yolu İstanbul’a da düşer. Ağustos 1984 yılında İstanbul’a gezmek için giderler ancak ülkedeki siyasi gelişmelerden dolayı bir ay kalır, tekrar geri dönerler. 1984 yılına kadar Suudi Arabistan’da yaşarlar. Evlilikleri mutlu şekilde sürerken beş de çocukları olur. Ayşe Efendi, şöyle anlatıyor: “Bir süre sonra çocuklarla birlikte Suriye’ye döndük. Salih Müslim’in kardeşi Suudi Arabistan’da kaldı. Zaman zaman biz O’nu, bazen de O bizi ziyaret ediyordu. Salih Müslim’den sonra en büyük desteği, kardeşi rahmetli Dr. Mahmut’tan aldım. O dönem ailem bana tamamen cephe aldı. Babam otoriter bir insandı. Apocu olmamı bir türlü kabul edemediler. Evde yalnız kaldığım ve baskılardan bunaldığım zamanlarda Dr. Mahmut ile konuşur, destek alırdım.”

İlk başkaldırı babasına

Politik mücadele sürecinde Ayşe Efendi, ailesi ile karşı karşıya gelir. Sadece aile değil aşiretler de karşı karşıya gelir. Başlarda cepheler ayrıdır. Ayşe Efendi, anlatıyor: “1990-1994 yılları arasında Began Aşireti (Mala Bozan Beg) ve Mîran Aşireti politik olarak karşı karşıya geldi. Mîran Aşireti Apocu, Began aşireti ise Barzanici oldu. Ben Mîran Aşireti’ni desteklerken, babam ve kardeşlerim Began Aşireti’nin yanında yer aldı. O dönemde babam, bana silahla saldırarak ‘Sen nasıl olur da Apocu Mîran Aşireti adına çalışma yürütürsün?’ diyerek beni tehdit etti. Ancak ben doğru bildiğim yolda yürümeye devam ettim. Babam, köye gitmeme izin vermediği için yıllarca kız kardeşlerimi ve annemi göremedim. Onları ancak gizlice, Kobanê’ye misafirliğe geldiklerinde ziyaret edebiliyordum. Hayatımda ilk kez aileme, aşiretlere, beylere ve topluma karşı bir başkaldırı gerçekleştirdim. Babam vefat etmeden bir yıl önce beni yanına çağırarak özeleştirisini verdi. Benim doğru yolda olduğumu kabul etti ve bu yolda devam etmemi istedi.”

Sadece eş değil yoldaşız da…

Ayşe Efendi’nin ilişkisi de sıradan eş ilişkisi değildir. Salih Müslim ile hem eş hem yoldaş olduklarını şu sözlerle anlatıyor Ayşe Efendi: “Gerek ben, gerekse Salih Müslim, ‘Eğer devrimin bu noktaya geleceğini bilseydik, çocuk yapmaz ve doğrudan devrime katılırdık’ düşüncesini her platformda dile getiriyoruz. Ancak elimizden gelen her şeyi de yapıyoruz. Çocuklarımızın eğitim almasını isterdik. Ancak hepsi dokuzuncu sınıfa kadar okuyabildi. Salih Müslim hapse atılınca maddi zorluklar yaşadık. Welat, Ukrayna’ya giderek çalışmaya başladı. Şervan da Rusya’ya gidip çalıştı, sonra tekrar Ukrayna’ya dönerek Welat’ın yanına gidecekti. Ancak Rojava Devrimi başlayınca gitmekten vazgeçti ve mücadeleye katıldı. Salih Müslim, 15 yıldan uzun süre evden ayrı kaldı. Zaman zaman aylarca, hatta yıllarca görüşemiyoruz. Ancak bu halka hizmet etmek için birbirimize söz verdik. Girdiğimiz bu yolda hiçbir zaman pişmanlık duymadık. Salih Müslim ile sadece eş değil, aynı zamanda yoldaşız. Yolumuz ve kaderimiz birdir, umutlarımız ortaktır.”

Med TV’de çalıştı

Ve sürpriz. Ayşe Efendi aynı zamanda meslektaşımız. Yani gazeteci. Çocuklarını büyütürken boş durmaz gazetecilik yapmaya başlar. 1995 yılında ilk Kürt televizyon kanalı Med TV’de gazetecilik hayatına başlar ve 10 yıl bu çalışmayı sürdürür. Mesleğe başladığı zaman çocukları da küçüktür ama buna rağmen çalışmadan geri durmayan Ayşe Efendi, şu ifadeleri kullanıyor: “Her ne kadar teknik imkansızlıklar olsa da aralıksız çalışma yürüttük. Çalışmalarımızı illegal yürütüyorduk. BAAS rejim baskısı çok fazlaydı. Newrozlar zaten yasaktı, bir de üstelik çekim yapardık. Tek bir Newroz kutlamasında 7 film kullanmıştım. Her film bittiğinde bir kadına saklaması için verir, kutlama bitip güvenli bir yere geçtikten sonra bunları toplardık. Arşivleri Kobanê’ye bağlı Milê köyünde kazdığımız bir sığınakta yıllarca koruduk. Yıllarca televizyon arşivini orada sakladık. Bazılarını da yakmak zorunda kalıyorduk. Aslında birçok şeyi de yokluktan var ederek yarattık. Bir yıl cezaevinde kaldım. Ancak Kobanê’de siyasi çalışmalar nedeniyle cezaevine giren ilk kadın oldum. Aynı zamanda, basın çalışmalarında yer alan ve televizyona çıkan ilk kadınlardan biriyim. Bu mücadelede yer almak, kadın olarak özgürleşmenin ve halkının mücadelesine katkı sunmanın en büyük onurudur.”

Abdullah Öcalan’la ilk görüşme…

Ayşe Efendi, yaralarını da soylu taşıyanlardan. Bir evlat, bir yakınını kaybetmek öyle kolay değildir. Ancak onu teskin eden derin bir bilgelik vardır ve bu bilgi onu bilge insana ulaştırır: “Şervan ve Dr. Mahmut şehit düştüğünde, Salih Müslüm yanımızda değildi. Bir görüşmede Başkan’a, Salih Müslim’in oğlu Şervan’ın şehit düştüğü söylendiğinde, ‘Kim cenazeyi kaldırdı?’ diye sormuş. Arkadaşlar, ‘Ayşe Efendi kaldırdı’ demiş. Bunun üzerine Başkan, bana selamını gönderdi. Bu, benim için en büyük onur ve gurur kaynağıdır. Başkan ile görüşme isteğimi arkadaşlara iletmiştim. Onlar da benim için bir randevu ayarladılar. Ancak o dönemde çok hasta ve yatakta olduğum için görüşmeye gidememiştim. Daha sonra ikinci bir randevu Halep’te ayarlandı. Bu kez, Halep’te Aluş Ailesi’nden Mıxtarê Emer’in evinde, yılbaşı günü Başkan’la buluştum. Büyük bir heyecan içindeydim ve kapıda Başkan’ı karşılayan ilk kişi oldum. Başkan içeri girdiğinde O’nu sarılarak karşıladım. Görüşmede rahmetli Elî Tico ve Saîd Yusiv de vardı. Başkan yaklaşık bir buçuk saat boyunca edebiyat ve sanat üzerine konuştu. Özellikle kadının sanat üzerindeki etkisine vurgu yaptı. Çocuk büyütürken söylenen ninnilerin, ölümler üzerine yakılan ağıtların ve halk şarkılarının zamanla müzik ve edebiyatın gelişiminde önemli bir yer tuttuğunu dile getirdi. Akşam yemeğinin ardından Başkan bizden izin isteyerek evden ayrıldı.”

Nasıl Kobanê’nin Yadêsi oldu?

Ayşe Efendi’nin bir lakabı da Kobanê’nin Yadêsi’dir. Bunu o değil Kobanê halkı koymuştur. Ayşe Efendi Kobanê Direnişi’ni anlatırken ona neden Kobanê’nin Yadêsi dendiğini farkında olmayarak anlatıyor: “Kobanê direnişi üzerine günlerce konuşsak yine de eksik kalır. Çünkü bu direniş, bir destan, bir şiir, bir felsefe, bir bilinçlenme ve bir acıdır. Ben de Tev-Dem Eşbaşkanlığı görevinde yer alıyordum. Çatışmalar başladığında arkadaşlar, yöneticilerin farklı alanlara dağılması gerektiğini belirtti. Ben de bir kez doğu cephesine, bir kez batı cephesine gittim. Bulunduğum grup, iki arabaya yüklediğimiz ses cihazlarıyla köyleri dolaşarak halkı bilgilendiriyordu. Çağrımız şuydu: ‘Silahı olanlar silahlarını alsın, isteyen cepheye gitsin, istemeyen evini savunsun. Ama herkes kendini ve evini korumalıdır.’ Daha önce askerlik yapanlar cepheye giderken, diğerleri silahlanarak kendi evlerini savunmaya başladı. 2013 yılında, Dilovan ve Şervan’ın şehit düştüğü dönemde biz oruçluyduk. Her gün farklı görevlere gidiyor, toplantılar yapıyor ve çeşitli çalışmalara katılıyorduk. Oruçlu olmama rağmen gece geç saatlere kadar çalışıyor, eve ancak iftar için dönebiliyordum. DAİŞ, Kobanê sınırına dayanmıştı ama ben durumun ciddiyetini tam olarak bilmiyordum. Arkadaşlar, Mürşitpınar Kapısı’na giderek gelenleri karşılamamı istediler. Oraya vardığımda, insanların sırtlarında sadece bir torbayla sınıra geldiklerine tanıklık ettim. Türk askeri sınırı kapatmış, kimsenin Kuzey’e geçmesine izin vermiyordu. O sırada arkadaşlar beni telefonla arayarak, ‘İnsanları sınırı geçmemeleri için uyar’ dediler. Ancak öylesine büyük bir kalabalık vardı ki onları engellemek imkânsızdı. Büyük bir stres yaşadım, kalbim hızla çarpmaya başladı. Aniden dudağım ikiye yarıldı ve kan fışkırarak akmaya başladı. Oğlum Ahmed’den kalp ilaçlarımı getirmesini istedim. İlaçlarımı aldıktan sonra biraz toparlandım. Kobanê şehitlerin kanıyla, çocukların fedakârlıklarıyla, annelerin emsalsiz emekleriyle özgürleşti… Dört parçadaki Kürtlerin seferberliğiyle, enternasyonalistlerin dayanışmasıyla… Bu direniş, yalnızca Kobanê’nin değil, tüm Kürdistan’ın ruhuyla kazanılmış bir zafer.”

Gülcan Dereli

Yeni Özgür Politika

Related Articles

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir